ITALYA 3. GUN: FLORANSA

| 115 images

FlorEnce is like a piece of chocolate cake

Bundan yaklaşık 10 yıl önce Floransa’ya ilk gidişimde “Burası şimdiye kadar gördüğüm en güzel şehir” demiştim. O zamanlar nispeten daha az şehir görüştüm gerçi ama, 20 Ağustos 2012’de yaptığım ikinci ziyaretimden sonraki düşüncem de, “en güzel” olmasa da, şehrin hala benim “en güzellerim arasında” olması. O zaman yanımda götürdüğüm Lonely Planet rehber kitabında, “Florence is like a piece of chocolate cake” diye başlıyordu şehri anlatmaya. İfade çok hoşuma gitmişti. Gerçekten de, Arno nehri üzerindeki şirin Ponte Vecchio(eski köprü)’yu görünce, bir tarafından ısırıp yiyesi geliyor insanın 🙂

Laf yemekten açılmışken, Floransa’da ne yemek lazım ondan bahsedelim. Bistecca alla Fiorentina ( yani T-bone steak ), Toskana bölgesinin gözde yemeği imiş. Bunu, yanında, sarmısaklı ve fesleğenli sosuyla fırınlanmış patates ve kırmızı ev şarabı eşliğinde yemek lazımmış. “mış” diyorum, çünkü, malesef ben sadece t-bone steak’i yiyebildim. Rehberimiz Ersin Bey’in peşine takılıp istila ettiğimiz Trattoria Gabriello’da (Fotoğraf No: 1-2) sıra bana gelene kadar patates bitmişti malesef. Gerçi, yanında patates olmadan da Bistecca Fiorentina kendi başına oldukça kuvvetli bir öğün. Yanında kırmızı şarap istiyor mutlaka. Ben öğleden sonra 2 civarında yedim, o gün bir daha acıkmadım! Pek de küçük mideli sayılmam 🙂

Trattoria, restoran değil, bizdeki esnaf lokantasına karşılık geliyor. Trattoria Gabriello ise yaklaşık 150 yıldır aynı ailenin işlettiği bir yermiş. Tabi esnaf lokantası, üstüne bir de muhteşem İtalyan servis hızını katın… Biz bütün grup aynı anda gidince, önünde yarım saat 40 dakika civarında beklemek zorunda kaldık. Bizi üçer dörder içeri aldılar. Via della Condotta üzerinde beklerken uzakdoğulu bir kız takıldı vizörüme (Fotoğraf No: 3-4). 40 dereceler civarında Ağustos sıcağında, uzakdoğuluları genelde böyle eldivenler ya da kalın çoraplarla görüyorsunuz. Güneşten koruyorlarmış kendilerini.

Hediyelik eşya satan dükkanlarda sıkça Pinokyo ile ilgili hediyelikler görüyorsunuz. Bunun sebebi, Pinokyo’nun yazarı Carlo Lorenzini (Takma adıyla Collodi)’nin Floransa’lı olmasıymış. Bu arada enteresan bir bilgi, Pinokya, kutsal kitaplar da dahil olmak üzere, dünyada en çok okunan kitaplar arasındaymış!

Rönesansın başkentİ Floransa

Görülmesi Gereken Yerler

Floransa’nın tarihinin büyük bir kısmında yönetimde etkin olmuş olan Medici ailesi aynı zamanda, Rönesans’ın öne çıkan birçok sanatçısını da desteklemiş. Medici ailesinin yönetim ofislerinin bulunduğu Uffizi Müzesinin (Fotoğraf No: 82)  avlusunda, dönemin güzel sanatlar öğrencileri tarafından yapılmış, Rönesans’ın öne çıkan isimlerinin heykellerini görüyorsunuz (Fotoğraf No: 83-91). Uffiizi Galerisinin önünde genelde uzun bir kuyruk oluyor. Eğer içini gezecekseniz önceden web sitesinden bilet almanızı öneririm.

Floransa’da görülmesi gereken yerlerin hemen hepsine yürüme mesafesinde ulaşabilirsiniz. Tüm şehirlerde olduğu gibi burada da şehrin en büyük katedrali yani Duomo’su Santa Maria Del Fiore Katedrali, Çan Kulesi ve Vaftizhane’nin bulunduğu Duomo meydanı oldukça etkileyici (Fotoğraf No: 5-56). Özellikle bu meydanı gezerken biraz daha geniş açı bir lense ihityaç duydum doğrusu.

Çan Kulesinin yapımını mimar Gioto projeyi tamamlayamadan ölmüş. Kulenin ilk katından sonraki katları ise öğrencileri tamamlamış. Dolayısıyla, ilk iki kat ile diğer katlar arasında mimari farklılık bulunuyor (Fotoğraf No: 12-14).

Santa Maria Del Fiore’den ilginç bir detay ise, ana kapısının en üst tarafında bulunan üçgen şapkalı, işaret parmağı ile uyarı işareti yapan heykel (Fotoğraf No: 21-22). Üçgen şapka Tanrı’yı  simgeliyormuş. Tanrı, yukarıdan insanlara bakarak, elinde kitap, ‘haaa!’ diye uyarıyor insanları. Katedralin yapımında çalışan sanatçıların Klise’ye yerinde mesajı; ‘Tanrının kurallarıyla insanları yönettiğinize göre, onu görüp onunla konuşmuş olmalısınız’. Klisenin ise yapıyı bu haliyle bırakmış olması ayrıca takdire değer. Böyle birşey yapma cesaretini gösterebilen, zeki ve eğitimli insanları karşısına alması pek de akıllıca olmazdı.

Şehrin simgelerinden biri olan şirin Ponte Vecchio üzerinde yürürken küçük bir sokakta yürüyormuş hissine kapılıyorsunuz. Köprü İlk yapıldığı dönemde, üzerinde dericiler bulunuyormuş. Atıklarını Arno nehrine akıttıkları için çok fazla koku olmaya başlamış. Sonra da dükkanlar kuyumcu dükkanlarına çevrilmiş. Hala da bu geleneğin devamı olarak, köprü üzerinde kuyumcu dükkanları bulunuyor.

Şehrin en etkileyici yeri ise, bence, Michelangelo’nun ‘David’i (Fotoğraf No: 96-101), Neptün Çeşmesi (Fotoğraf No: 102-107), Cellini’nin ‘Perseus’u (Fotoğraf No: 108), Giambologna’nın “Sabine’li Kadının Kaçırılışı” (Fotoğraf No: 109-114) gibi olağanüstü heykellerin bulunduğu Piazza Della Signoria (Signoria Meydanı). Burada saatlerinizi harcayabilirsiniz. Sabine’li kadınların kaçırılışını anlatan heykel, tek parça mermerden yapılmış! Bu heykele konu olan olaylar ise, Roma tarihinde gerçekleşen, Romalıların, güzel bir ırk yaratmak amacıyla, güzellikleri dillere destan Sabine’li kadınları kaçırarak döllemeleri. Etrafıma bakındım, bu projeleri başarılı olmuş mu diye ama, bence olamamış 🙂

Floransa fotoğraflarının bir çoğunu malesef büyük bir acele içinde çekmek zorunda kaldım. Neden mi? Çok bilen çok yanılır derler ya,  “buraya ikinci gelişim, nasılsa biliyorum” diyerek, gittiğim yerlere dikkat etmeden dolaşınca, sonunda kayboldum 😦  Kendimi Duomo meydanına tekrar atana kadar, canım çıktı 🙂 Bizi otelimize geri götüren tur otobüsüne ucu ucuna yetiştiğimde ise ayaklarım su toplamış ve zonk zonk zonkluyordu…